blogumuzda aramak istediğiniz herşey;

27 Mayıs 2010 Perşembe


''AŞIRI KORUMA İSTEĞİ ZARAR VERİYOR''-

Kutlu, performans ödevlerinde hedeflenen noktaya gelinememesinde ödevlerin öğrenci düzeyinin üstünde olmasının yanı sıra toplumun geleneksel özelliklerinden biri olan aşırı koruyucu aile yapısının da etkili olduğunu söyledi.

Ödevleri Öğrenciden çok veli yapıyor

Velilerin, çocuklarına yardımcı olmak amacıyla onların ödevlerinin tamamını veya büyük bölümünü yapmalarının kısa vadede sorunları çözmüş gibi görünse de uzun vadede çocukların gelişmelerine engel olduğunu anlatan Kutlu, şöyle konuştu:

''Aşırı koruyucu anne babalar çocuklarının ödevlerine yardımcı olmak yerine bizzat kendileri yaparak onlara zarar veriyor. Elbette ki anne ve babalar çocuklarının ödevlerine destek olabilirler, onların ödevlerini yapabilmeleri için gerekli koşulları sağlayabilirler. Ancak bu katkının miktarı sınırlı olmalı. Çocuk kendi gücünü görebilmeli, sorunlarını çözmek için mücadele etmeli. Çocuklar ancak böyle gelişebilir, ayakta durmayı, kendine yetmeyi öğrenebilir. Üstelik çözülen her sorun çocuğun zekasının gelişmesine, kendisine olan güven duygusunun artmasına katkı sağlar. Anne ve babalar çocuklarının ödevlerini yaparak değil onlara özgürlük vererek daha fazla yardımcı olabilirler.'' devamı>

26 Mayıs 2010 Çarşamba

bilmiş abla 41 kere maşallah

:) :)
bilmiş abla 41 kere maşallah

Yağ yakan 15 yiyecek

Az yağlı süt, az yağlı yoğurt ve peynir: Bunların ortak sırrı içerdikleri kalsiyumdur. Nutrition Reviews isimli dergide yer alan 90'dan fazla araştırmanın yeniden gözden geçirilmesiyle bol kalsiyum alımıyla iyileşen vücut niteliği arasında güçlü bir bağ bulundu.

Yulaf, arpa: Bunların sırrı ise liflerde yatıyor. American Journal of Clinical Nutrition isimli dergideki araştırmaya göre, akşam yemeğinde beyaz pirinç yerine büyük bir tabak lezzetli arpa ile göbeğinizdeki yağlardan kurtulabilirsiniz.

Yeşil çay: İçerdiği katesin metabolizmayı ve karaciğerin yaktığı yağ oranını hızlandırıyor. Bunun etkisinden yararlanmak için günde 4-6 bardak yeşil çay için ve her hafta en az 3 saat egzersiz yapın.

Yumurta: Protein içeriği sayesinde yumurta, kilo vermenize yardımcı olur. Öncelikle vücudunuz proteinli yiyecekleri parçalamak için daha fazla enerji kullanıyor. Ayrıca protein kas kütlenizi tutmaya yardımcı oluyor, kaslarınız yağdan fazla kalori yakıyor. Sonuç olarak, protein sizi karbonhidratlardan daha fazla tok tutuyor.

Ceviz, badem: İçerdiği iyi yağlar, lif ve protein vücudun insülin direncini artırır, kilo vermeye yardımcı olur. Ceviz, en iyi omega-3 yağ asit kaynağından biridir. Badem ise kemik şekillenmesinde ekstra fayda sağlar.

Somon: Newcastle Üniversitesi'nde düzenlenen araştırmada, somon balığında bulunan omega-3 yağ asitlerinin yağ kütlesini azalttığı belirtildi. Diğer araştırmalar da, omega-3 yağ asitlerinin sizi tok tuttuğunu ve yağlı balık yedikten sonra 2 saat sonra daha tok hissettiğinizi gösteriyor. Haftada en az iki kez somon, uskumru, konserve ton balığı veya 'eğer bulabilirseniz' kuzey denizlerinde yaşayan Ringa balığı gibi diğer yağlı balıklardan tüketin.

Elma, Armut, dolmalık biber: Bu gıdaların içerdiği ve bitkisel gıdalarda bulunan doğal kimyasal olan flavonoidlerin yağ yakma etkisi bulunuyor. American Journal of Clinical Nutrition isimli dergide yayınlanan araştırmaya göre, çok flavonoid tüketen kadınların vücut kütle indeksleri önemli ölçüde düşüyor. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde de flavonoidlerin kalori tüketimini artırdığı, vücuttaki yağ yakışını hızlandırdığı bulundu.

Keten tohumu: İçerdiği lignan sayesinde keten tohumu, menopoz sonrası kadınlarda daha az vücut yağı ve vücut kütle indeksi sağlıyor. Her gün kahvaltılık tahılınıza, yoğurdunuza ya da salata sosunuza bir yemek kaşığı keten tohumu ekleyebilirsiniz.

Sirke: Araştırmacılar, sirkenin vücudun yağları parçalamasına yardımcı enzim üreten genleri harekete geçirdiğini söylüyorlar. Sütle ya da sodayla seyreltebileceğiniz yaklaşık bir yemek kaşığı sirkeyi her gün için.

24 Mayıs 2010 Pazartesi


Depresyonu doğal ilaçlarla yenin

Mayo Clinic'te yer alan habere göre, doğal ilaçlar tıbbi teşhis ve tedavinin yerini alamaz. Ancak, bazı insanlar için belirli bitkiler ve takviyeler ilaçlar kadar işe yarıyor. Depresyon için doğal ilaçların yardımcı olup olmadığını belirlemek için birçok araştırma yapılması gerektiğini belirten uzmanlar, bu ilaçların yan etkilerinin olabileceğini belirttiler. İşte gelecek vaat eden 4 doğal tedavi:

- St. John's wort (Sarı kantaron): Yüzyıllardır depresyon gibi çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılıyor. Bu bitki, Amerika'da FDA tarafından depresyon tedavisinde kullanılmak üzere onaylanmamıştır. Buna rağmen, Avrupa'da popüler bir depresyon tedavisidir. Bitkinin belki hafif ve orta depresyonu tedavi edebileceği açıklanıyor.

- SAMe: Bu gıda takviyesi vücutta doğal olarak oluşan kimyasalın sentetik formudur. SAMe, S-Adenosil Metiyonin'in kısaltılmış ismidir. Aynı şekilde Amerika'da FDA onaylamasa da Avrupa'da depresyon tedavisinde reçeteli ilaç gibi kullanılıyor.

- Omega 3 yağ asitleri: Soğuk su balıklarında, bazı kuru yemişlerde ve bitkilerde bulunan bu yağlar, muhtemel depresyon tedavisinde ve bipolar bozukluğu olan insanlarda ruh halini dengeleyici olup olmadıkları araştırıldı. Omega-3 yağ asitleri aynı zamanda sağlık için birçok faydası olduğu görünüyor.

- Safran: Safran özünün depresyon belirtilerini iyileştirebileceği belirtiliyor. Ancak, bitkinin bu konuda faydasının olup olmadığını anlamak için daha fazla araştırma yapılması gerekiyor.

Uzmanlar, bu tür gıda takviyeleri kullanmayı düşünüyorsanız, tanınmış, güvenilir şirketlerin haplarını satın almanızı ve içinde ne olduğunu mutlaka öğrenmenizi belirtiyorlar. Ayrıca, bazı bitkilerin ve gıda takviyelerinin diğer tıbbi ilaçlarla etkileşime girdiğini aklınızdan çıkarmamalısınız. Bu nedenle, depresyon için bu tür takviyeler almadan önce doktorunuza sormalısınız.
http://www.samanyoluhaber.com/h_418491_depresyonu-dogal-ilaclarla-yenin.html

21 Mayıs 2010 Cuma

hayatımızda çok söylenen yalnışlar

YANLIŞ: Einstein matematik dersinde başarısızdı.
DOĞRU: Bu, hemen herkesin inandığı yanlış bir bilgidir. Kaynağı ise 1935 yılında yayımlanan bir makaleye dayanır. Matematik derslerinde başarısız olan pek çok öğrenci bu hikâyeden cesaret alarak kendileri için de bir umut olduğunu düşünseler de, işin aslı Einstein henüz daha çok küçükken dehasını kanıtlamıştı.
YANLIŞ: Kahve, sarhoş bir insanı ayıltır.
DOĞRU: Yanlış! Alkol, vücut tarafından sabit bir oranda (bir birim olan 8 gr.’ı yaklaşık bir saatte) metabolize edilir ve bunu hızlandırmanın hiçbir yolu yoktur. Bir büyük boy birada (yarım litre) iki birim alkol vardır. Dolayısıyla iki büyük bira içerseniz, kanınızdaki alkol seviyesinin sıfırlanması dört saat alacaktır. Kahve yalnızca sizin daha uyanık bir sarhoş olmanızı sağlar. En iyisi alkolün etkilerinin kendiliğinden geçmesini beklemektir
YANLIŞ: Çin Seddi uzaydan çıplak gözle görülen tek insan yapısıdır.
DOĞRU: Bu iddia pek çok açıdan yanlıştır. Öncelikle, dünyaya, Çin Seddi’ni görebilecek kadar yakın bir noktada bulunuyorsanız, karayolu ağlarını ve insan yapımı daha birçok objeyi görebiliyorsunuz demektir. Bir başka deyişle yalnızca Çin Seddi’nin göründüğü belli bir uzaklık yoktur. Dünyadan birkaç bin kilometre yüksekte ise insanoğlu tarafından yapılmış hiçbir şeyi görme olanağı yoktur.
YANLIŞ: Cep telefonu kansere neden olur.
DOĞRU: Açılan davalar ve medyada çıkan birtakım haberler, cep telefonunun kansere sebep olduğu -özellikle de beyin kanseri- efsanesini besledi. Tüketiciler daha sonra bu iddiayı yalanlayan haberleri görmemiş olabilirler, çünkü bunlar, cep telefonu tehlikesini vurgulayan haberler gibi baş sayfalardan verilmediler. Bazı çalışmalar, seyrek görülen beyin tümörü oluşumlarıyla cep telefonu kullanımı arasında bir bağlantı olabileceğini gösterdi, fakat beyin kanseriyle ilgili iddiaların geçersizliği, çeşitli çalışmalar sonucu doğrulandı.
YANLIŞ: Gökkuşağında yedi renk vardır.
DOĞRU: Gökkuşağındaki renkler kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit mavisi ve mor olarak bilinir. İşin aslı, gökkuşağında kesintisiz bir renk spektrumu vardır, ancak insanın renk algısı, ortada bir kuşak serisi olduğu yanılgısını yaratır. Kimi gökkuşaklarında ise insan gözünün görebileceği 7’den fazla kuşak bulunur
http://www.internethaber.com/dogru-bildigimiz-yanlislar-foto-galerisi-7474-p2.htm

Uyurken neden diş gıcırdatırız?
Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Çiğdem Küçükeşmen, gece uyurken dişlerin gıcırdatılması ve çene sıkma olayının temelinde psikolojik sorunların yattığını söyledi.


Küçükeşmen, yaptığı açıklamada, gece uykuda diş gıcırdatma veya diş sıkma sorunun temelinde psikolojik etkenlerin etkin rol oynadığını belirterek, şunları söyledi:
"Uyurken diş gıcırdatma veya çene sıkma olayının temelinde psikolojik sorunlar yatmakta, çözüm ise sıkıntıya neden olan sorunun giderilmesinde. Eğer gece uykunuzda bilinçsiz olarak dişlerinizi gıcırdatıyorsanız, mutlaka gün içinde yaşadığınız sorunlar sizi etkisi altında bırakmıştır. Bize gelen şikayetlerde bu bulgulara rastlıyoruz. Günlük hayatımızda çeşitli problemlerden dolayı strese kapılmaktayız, bunlar da bizleri olumsuz etkiliyor. Gece uykuda ise bunların yansıması yaşanıyor."
Bunun yanı sıra dişlerin sürtünmeden dolayı zarar göreceğini bildiren Küçükeşmen, "Önlem alınmadığı takdirde sürtünmelerden ötürü diş yapısı zarar görür. Küçülmeler oluşabilir" uyarısında bulundu.

20 Mayıs 2010 Perşembe


Bebeklerle ilgili sıradışı bilgi
İtalyan La Stampa gazetesinde çıkan habere göre, Florida Üniversitesi bilim adamlarının yeni doğmuş 26 bebek üzerinde yaptığı araştırma, günde ortalama 18 saat uyuyan yeni doğmuş bebeklerin, uykularında bile bilgileri bir sünger gibi emdiklerini ortaya koydu.

1-2 günlük bebeklerin göz kapaklarına, onlar uyurken bir ses eşliğinde bir miktar hava üflenen araştırmada, yaklaşık 20 dakika sonra 26 bebekten 24'ünün sadece sesi duyduklarında gözlerini kırpıştırdıkları gözlemlendi. Bu sırada bebeklerin beyin dalgalarında da değişilikler olduğunu tespit eden bilim adamları, uykuda öğrenmemin yeni doğmuş bebeklere özgü olduğuna, yetişkinlerin böyle bir yeteneğinin olmadığına dikkati çekti.

Uzmanlar, araştırmanın, otizm ve disleksi gibi hastalıkları olan bebeklere erken teşhis konulmasına yardımcı olabileceğini de söyledi.

17 Mayıs 2010 Pazartesi


Dikkat! Çocuğunuz yemek yemiyorsa...
Yemek yememe probleminin çocuklarda 2 yaş civarında görüldüğünü dile getiren Günbey, yemek yemeyen çocuklarla anne ve babaların inatlaşmaması gerektiğini ifade etti. İnatlaşmanın problemi daha da artıracağına vurgu yapan Günbey, "Yemek yeme konusunda ailenin aşırı hassasiyetini gören çocuk, zaman içinde yemek yoluyla tüm isteklerini yaptırabileceğini öğrenmekte ve bu durum aile ile çocuk arasında ciddi iletişim problemlerine yol açmaktadır. Çocukluk döneminde sağlıklı beslenme davranışı geliştiremeyen kişilerde ileriki yaşlarda da çeşitli beslenme problemleri görülebilmektedir. Beslenme her canlı için doğal bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın bebeklikten itibaren keyifli ve mutlu bir ortamda gerçekleşmesi çocuğun tüm hayatını etkileyecek beslenme davranışının gelişmesinde rol oynamaktadır. Anne- babanın, bakıcının, masada yemek yeme biçimleri, yemek sırasındaki konuşma ve davranışları çocukların doğru yemek yeme alışkanlığı kazanmasında önemli bir rol oynamaktadır." diye konuştu. Annenin eğitim düzeyinin çocuktaki beslenme alışkanlığını etkilediğine dikkat çeken Günbey, "İştahsız, yemek seçen annelerin çocuklarında da benzer davranışlar gözlenmektedir. Yine beslenmede tekdüzelik çocuğun beslenmesini olumsuz etkilerken, annenin eğitim düzeyi ve çalışıyor olması çocuğun beslenmesini olumlu yönde etkilemektedir. Doğum sonrasında psikolojik ve fizyolojik değişimlerle şekillenen beslenme davranışı, bebeğin nörolojik gelişimi ile paralel olarak değişim göstermektedir." ifadelerini kullandı.



Çocuklara beslenme alışkanlığının kazandırılması gerektiğini kaydeden Günbey, çocuklara doğru beslenme alışkanlığı kazandırmak için izlenmesi gereken stratejileri şöyle sıraladı: Yemek porsiyonları anne-babanın ölçüsüne göre değil, çocuğun kendi gereksinimlerine ve yaşına uygun olarak hazırlanmalıdır. Çocuk gerekenden fazla yemeye zorlanmamalıdır. Çocuğun yemeğini yemesi için yeterli zaman verilmeli, ancak bu süre yarım saatten fazla olmamalıdır. Çocuklar dönem dönem bir gıdaya aşırı düşkünlük gösterirken, bir diğerini reddedebilir. Bunun geçici bir süreç olduğunu bilmeli ve bir süre sonra hiç yemediği gıdayı farklı bir şekilde sunarak tekrar denemelisiniz. Yiyecekler çocukların kolay tüketeceği şekilde hazırlanmalıdır. Küçük dilimlenmiş havuç, salatalık, küçük şekil verilmiş köfte, sigara böreği, çizgi film kahramanlarından esinlenerek hazırlanmış, kurabiye, kek vs.. çocuklara yemeği eğlenceli bir hale getirebilir. Kendi yaşıtları ile grup halinde yemek yemek, özellikle yemek seçen çocukları farklı tatları denemek konusunda cesaretlendirebilir. Çocuklar anlatılanı değil, gördüğünü taklit eder. Bu yüzden anne- baba ve bakıcı gibi çocuğun bakımından sorumlu kişilerin kendi beslenme davranışlarına dikkat etmeleri gerekmektedir. Çocuklar bazı besin gruplarını yemeği reddedebilir. Örneğin süt içmek istemeyen bir çocuğa süt, bir başka şekilde sunulabilir (yoğurt, sütlü bir tatlı, peynir, meyveli süt vs..). Yine sebze yemeyen bir çocuk için sebze, köftenin içinde, böreğin veya makarnanın içinde onun için daha eğlenceli bir hele getirilerek verilebilir. Et yemek istemeyen bir çocuğun alması gereken protein, yumurta veya kuru baklagiller verilerek desteklenebilir. Ekmek yemek istemiyorsa, makarna, patates, bulgur gibi diğer tahıllı gıdalarla alması gereken kalori desteklenebilir. Çocuğun besin seçimindeki öncelikleri dikkate alınarak farklı tat, farklı renk ve çeşitlilikte besinler hazırlanmalıdır. Sağlıklı beslenmeyi sağlayacak sonsuz sayıda besin birleşimi yapılabileceği unutulmamalıdır. Anneler yemek konusunda yaratıcı olmalı ve yemek saatlerini çocuk için eğlenceli bir hale getirmelidir. Yemek saatlerinin tüm ailenin katılımının sağlandığı, faydalı sohbetlerin yapıldığı, çocuğun hoş vakit geçirdiği saatler olmasına özen gösterilmelidir

12 Mayıs 2010 Çarşamba


Amerikalı araştırmacılar, annelerin çocuklarına sadece telefonla ulaşabildikleri için kendilerini suçlu hissetmelerini hafifletecek bir araştırma yaptı.
Bu araştırmaya göre, annelerin sesi bile gergin çocukları sakinleştirmeye yetiyor. Araştırmacılar, sevilen biri ile ses etkileşiminin insanları nasıl etkilediği üzerine yaptıkları araştırmada, oksitosin hormonunun ergenlik çağı öncesinde ve gergin durumda bulunan kızlar üzerinde sakinleştirme düzeylerini test etti.

Yaşları 7 ila 12 arasında değişen 61 kız, yabancıların önüne çıkarılarak bir performans sergilemeleri istendi ve daha sonra 3 gruba ayrıldı.

Bir grup, anneleri tarafından fiziksel temas ile sakinleştirildi. İkinci grup anneleri ile telefonda görüştürülürken, üçüncü grup anneleri ile herhangi bir etkileşimde bulunmadı.

Bu süreçte çocukların stres hormonu gözlendi ve anneleri tarafından fiziksel ya da ses yoluyla sakinleştirilen çocukların oksitosin hormon düzeyi benzerlikler gösterdi.


Araştırmacılar, ''Elde ettiğimiz sonuçlar, bizim türümüzde sosyal bağ kurmada, sinir sistemi ve iç salgı bezleriyle ilgili nöroendokrin sistemi için sesin dokunma kadar önemli olabileceğini gösterdi. Ailelerinden ve arkadaşlarından sosyal destek alamayan bireylerin, daha iyi ilişki kuran akranlarına göre sağlık sorunları daha çok oluyor. Ses belki dokunma dahil, doğrudan kişiler arası etkileşim gibi aynı rahatlamayı sağlıyor'' dedi.

Araştırma Proceedings of The Royal Society B. adlı dergide yayımlandı.
http://www.haber7.com/haber/20100512/Anne-sesi-gergin-cocugu-sakinlestiriyor.php

Mozart zekayı geliştirmiyor
Avusturyalı besteci Wolfgang Amadeus Mozart'ın (1756-1791) eserlerini dinlemenin zekayı artırmadığı ortaya çıktı.


Avusturyalı bilim adamlarının yaptığı araştırma, 1993'te yayımlanan ve yayımlandığından bu yana yaygın bir görüş haline gelen Mozart dinlemenin daha zeki yaptığını ileri süren araştırmanın aksine, Mozart'ın eserlerini dinlemenin zekayı geliştirmediğini gösterdi.

Viyana Üniversitesi Psikoloji Fakültesi'nden bilim adamları farklı ülkelerde “Mozart etkisi” konusunda yapılan 40'dan fazla araştırmayı değerlendirdi.

Bilim adamlarından Jakob Pietschnig, Mozart ya da Bach veya Pearl Jam'in eserlerini dinleyenlerin test sonuçlarının, hiçbir şey dinlemeyenlere göre daha iyi olduğunu ancak bir uyarıcının olmasının kişiyi daha başarılı kıldığının zaten bilindiğini belirtti.

1993'teki araştırmaya sadece 36 üniversite öğrencisinin katıldığını hatırlatan ve hata payı ihtimalinin azaltılmasının hedeflendiğini belirten Pietschnig ayrıca, olumlu bir sonucun çıktığı araştırmaların bilim dergilerinde yayımlanma şansının daha fazla olduğunu vurguladı.

Pietschnig, söz konusu araştırmaya çocukların yerine yetişkinlerin katıldığını ve zeka yerine uzamsal kavrama becerisinin ölçüldüğünü de ifade etti.

Bilim adamı, “Herkese Mozart dinlemeyi öneririm ancak bu, bazılarının umduğunun aksine kavrama becerisini artırmayacak” dedi.

8 Mayıs 2010 Cumartesi





Ayın karpuz dilimi gibi batışını izlemişizdir deniz kıyısında,
Aynı köşeye oturmuşuzdur köhnede,
Belki de birkaç gün arayla.
Olamaz mı olabilir... Bület Ortaçgil

5 Mayıs 2010 Çarşamba


İçimde alevdin, rüzgarsız söndün
Bir yangın olupta yakamadın ki
Gözümde yaştın sen, düştün döküldün
Kalbime yol bulup akamadın ki.. Ahmet Selcuk İLKAN

4 Mayıs 2010 Salı


Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek,
Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek,
Zümrüt çayır üstünde..., sefa sür iki gün.
Zira senin üstünde de otlar bitecek.
Ömer HAYYAM

27 Nisan 2010 Salı


Yüzde ısrar etme,doksan da olur.İnsan dediğinde noksan da olur.Sakın büyüklenme,elde neler var,Bir ben varım deme,yoksanda olur! [Mahfer] :)

bir şiirden alıntı


Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer, Karşındakine değer verebildiğin kadar insansın. Bir gün yalan söyleyeceksen eğer, Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.Can Yücel